29 Kasım 2010 Pazartesi

Dampyr’den “Vampir – Dracula filmlerine saygı duruşu…

Öncelikle bilmeyenler için belki de Dampyr çizgi romanının öyküsünü şöyle bir özetlemek gerekir:
Harlan Draka, Yugoslav iç savaşı sırasında birkaç lokma yemek uğruna kendini saf köylülere “Dampyr” yani “vampir avcısı” olarak tanıtan bir şarlatanken gerçekten de Dampyr olduğunu öğrenir. Babası bir “gecenin efendisi” annesi ise sıradan bir insandır. Bu da onu mistik bir karakter yapmaktadır. Kanı vampirler için öldürücüdür ve her ne kadar insan da olsa babadan gelen özel yetenekleri de bulunmaktadır.

İç savaşın Sırp tarafında yer almış olan Kurjak ile alman kökenli vampir kadın Tesla ile oluşturdukları grupla insanlığın vahşetlerini sorgulayarak dünyayı dolaşır, gecenin efendisi adı verilen baş vampirleri avlarlar.
Son zamanlarda edebiyatın ve gizemlerin merkezi halinde bulunan şiir dolu Prag’ı kendilerine üs edinen ekip kötü güçlerle mücadelelerinde Meleklerden de yardım almaktadır.
Afrika’daki sefalet, beyazların sömürüsü, Çeçenistan savaşı, petrol politikaları, yetimler, öksüzler, insan ticareti, silah deneyleri, kapitalizmin yamyamlığı hemen her öyküde işlenen alt metinleri oluşturuyor. Bir savaş suçlusu, alman bir vampir ve yarı vampirden oluşan ekibin insanlığın katliamlarını ve şiddet dürtülerini sorgulaması oldukça ilginç seride. Kurjak’ın “Vampirlerin şiddet için gerekçeleri var ama ya arkadaşlarımın…?” diye başlayan cümlesi adeta temanın özeti.
DAMPYR 18 (CİLT 5)
Şeytan Perdesi – Lo Schermo Demoniaca
Yazan: Maurizio Colombo
Çizen: Luca Rossi
Maceraperest Çizgiler
Çeviren: Zeynep Akkuş
Her neyse, Dampyr ve ekibi şiir dolu Prag’dan New Orleans’ın jazz ve blues nağmelerine yolculuklar da gerçekleştirirken sinemaya da merhaba diyor, çizgi romanın yazarı ve çizeri beslendikleri kaynağa “korku sinemasına” ve özellikle de Vampir – Dracula filmlerine saygı duruşunda bulunuyorlar. Nitekim hatırlatmakta yarar var, Dampyr’in adı Harlan DRAKA’dır.
***
“Şeytani Perde” öyküsü Amsterdam’da geçiyor. Geceleri ortaya çıkan ve yabancılarca görülen bir sinema salonu sadece korku filmi göstermektedir. İzlenen filmdeki yaratıklar yavaşça perdeden çıkıyor izleyicilerini yok ediyordur. Dampyr ve ekibi bu gizemi çözmeye çalışırken bunun arkasında bir gecenin efendisi olduğunu öğrenirler. Korku filmi yönetmeni Alexis Musuraka.
İlüzyonların efendisi olarak da bilinen Musuraka 40’lı yıllarda Hollywood’da sadece korku filmi çekerek ünleniyor, “lanetli yönetmen” olarak da anılan Musuraka bazı gizemli cinayetlerle suçlanınca meşhur vampir uykusuna çekiliyor, yıllar sonra günümüzde uyanıyor (sayfa 117 -122). Dampyr de yanına dostlarını alıp Amsterdam’a gidiyor ve Musuraka’yı yok ediyorlar.
Tabi bu sırada okuyucu  bir sürü film seyrediyor.
Sayfa 104’de sinemaya giren gençleri Bela Lugosi’nin Dracula’sıyla Nosferatu karşılıyor.


İlk film Terence Fisher’in Dracula’sı (s. 105-107). Filmden sahneler birebir çizilmiş beyaz perde üzerine. Ama filmi sonu farklı. Van Helsing koca perdeleri açarak Dracula’yı güneş ışığıyla toza dönüştürecekken perde düşüyor ve pencere yerine “duvar” görülüyor. Tabii Van Helsing de meze oluyor.
Sayfa 109’da ise vampir filmlerinin klasikleşmiş figürleriyle karşılaşıyoruz. Coppola’nın Dracula’ları da, Nosferatu’ya ve Bela Lugosi’yle Terence Fisher’a katılmışlardır kız izleyiciyi yemek için.
İkinci film Romero’nun “Night of the Living Death”i. Filmi izleyen dört gençten üçü beyaz perdeden çıkan zombilerce parçalanırlar (s. 122-127) .
Dördüncü genç ise Musuraka tarafından bir başka film karakterine,Victor Hugo’nun 1928’de Paul Leni tarafından yönetilen veConrad Veidt, Mary Philbin ile Olga Baclanova’nın oynadığı filme uyarlanan Nisan 1869 basımlı romanının kahramanına, Batman‘in baş düşmanı Joker’e ilham veren kişisine  “Gülen Adam-Gwynplaine”e dönüştürülür (s. 129).


Sayfa 143’de ise çizgi romanda kurgusal yönetmenin kurgusal asistanıyla yapılan bir konuşma sırasında gerçekte olmayan kurgusal bir filmin korkunç zombileri saldırır kahramanlarımıza:Dördüncü Reich’ın Yaşayan Ölüleri (Living Death of the Fourth Reich).
Sayfa 150’de Teksas Kasabı filminin 1 Ekim 1974 versiyonunu görüyoruz beyaz perdede. Elbette az sonra “Deri Surat” tarafından katledilecek karı-koca izleyiciler eşliğinde. Bir de eli çekiçli tip de var aynı filmin 1986’da çekilen devam filminden sayfa 152’de.
Derken kurbanlardan hanım olanı kaçıyor ve sayfa 150’de “üff, televizyonda Rüzgar Gibi Geçti’yi seyretmek varken…” dediğine pişman oluyor çünkü kendini ünlü tepede buluyor. Clarke Gable arkası dönük oradadır ya da değildir; ki değildir, kanı içilerek o tepede katlediliyor kadıncağız.
Sonunda kahramanlar ekibi sinemaya giriyor. Musuraka adlı gece efendisi onları ayırıyor. Kurjak tam kendine uygun bir sahnede buluyor kendini: Fourth Reich setinde. Tesla adlı vampir kız tüm Drakula’larla aynı ortamda. Dampyr de Musuraka’yla karşı karşıya (s. 177).
Sayfa 185’de Musuraka Freddy, Mumya gibi toplam dört korku klasiğinin kılığına bürünüyor. Ancak yine de yeniliyor. Musuraka’nın asistanı kendisiyle birlikte tüm sinemayı ve gecenin efendisini ateşe veriyor.
Sayfa 192’de Dampyr ve ekibi ölen asistanın çektiği hayali filmi izlemek üzere sinemaya giriyorlar. Filmin adı “Psycho Path” ve Dampyr’in alıntıladığı şu ironi dolu sözleri korku sinemasını anlatıyor “Bu yalnızca bir film, Bebek! Yalnızca bir film…”
***
Şaka bir yana bu özetlediğim de “Sadece bir çizgi roman, bebek! Hem de en alasından çizgi roman…”



Ümit Kireççi

14 Ekim 2010 Perşembe

Evliya Çelebi Ve Vampir Folkloru

Aşağıdaki yazının doğrudan Dampyr'le ilgisi yok. Ancak kampanyayı destekleyen, Hayal Kahvem vampirizm konusunda bizi bilgilendiriyor. Hem de Evliya Çelebi üzerinden.
Hiç aklıma gelmezdi hiç. Ne mi gelmezdi? Evliya Çelebi’nin vampirlerden söz edeceği tabii. Bak şimdi. Geçenlerde değerli Tarihçimiz Prof. Dr. Cemal Kafadar’ın “Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken” adlı kitabını alsam diye aklımdan geçiriyordum ki baktım Yücel Göktürk ve Ulaş Özdemir’in Cemal Kafadar’la yaptıkları bir röportaj var. Hemen ilgiyle okumaya başladım. Söyleşide Cemal Kafadar Evliya Çelebi’den bahsetmiyor mu? Üstelik ne diyor biliyor musun? Seyahate çıkmayı düşünen biri, eğer daha önce Evliya Çelebi’nin dolaştığı coğrafyalara gidecekse, mutlaka yanında Çelebi'nin Seyahatnamesini götürmeliymiş. Evliya Çelebi’nin çok ilginç ve renkli tespitleri varmış. Nasıl hoşuma gitti bu durum anlatamam. Evliya Çelebi'yi niye şimdiye kadar okumayı ihmal ettim ki?
Bir aralar Cemal Kafadar Vampir folkloruyla ilgilenmiş. Vampir folklorunun tarihinin çok ilginç olduğunu söylüyor. Vampir folkloru 17. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış. 18. yüzyılda yazılı kültüre, 19. yüzyılda ise edebi kültüre geçiyor. Günümüzde ise malum. Sağım solum önüm arkam vampir. Niye? Sakın Edward'la Bella'nın aşklarını duymadım deme! Günümüzün vampir tipi artık Edward! Eski vampirler gibi korkutucu, soğuk, çirkin değil. Yakışıklı mı yakışıklı! Hatırlasana Alacakaranlık’ın Edward’ını… Bütün kızlar hem filmlerine, hem kendine bayılıyorlar. Ya kitaplar.. Yediden yetmişe tüm kızların elinde.. Günümüzün vampirinden kimse korkmuyor yani.. Ah! "Gelse benim boynuma dişlerini geçirse keşke!" diyen kaç kız duydum biliyor musun? Boyunlarını uzatacaklar neredeyse… Tövbe tövbe…
Neyse... Dönelim Tarihçimiz Cemal Kafadar'ın anlattıklarıyla bizim Evliya Çelebi’mize… Osmanlı zamanlarındayız. Ruslar, Lehler, Çekler, Slavlar vampir hikayeleri ile çalkalanıyor. Osmanlı coğrafyasında Macaristan, Sırbistan taraflarında da bu söylentiler çok yaygın. Batı ilgiyle tıp ve hukuk literatüründe böyle bir şey olabilir mi diye kafa patlatıyor. Bir kısmı olur, bir kısmı olmaz diyor. Vampir folkloru Müslüman folklorunde pek rağbet görmemiş gibi sanılıyor sanılmasına ama Hristiyanlarla iç içe yaşıyorlar ya etkileniyorlar kimi durumlardan. Bak şimdi. Bir gün Edirne taraflarından bir köyden, köylüler kadıya başvuruyorlar. Son zamanlarda mezarlarını kazılmış buluyorlarmış. Hristiyan komşuları vampir diye bir şeyden bahsediyorlarmış. Bu vampirler mezarlarından çıkarlarmış da insanlara musallat olurlarmış. Hatta bu Hristiyan komşular şöyle bir çare öneriyorlarmış. “Mezarı kazacaksınız, cesedi çıkaracaksınız, kafasını kesip ayağının önüne koyacaksınız, bir de göğsüne kazık çakacaksınız.” diyorlarmış. İslamiyette mezarı açmak, cesedi kurcalamak doğru değildir tabi ki. Haşır neşir zamanı denilen, insanların hesaba çekileceği ve durumuna göre cennete ya da cehenneme dağıtılacağı zamana kadar bedeninin bütün olarak kalmasına inanıldığı için “ Olur mu böyle bir şey?” diye Kadı’ya soruyor. Evliya Çelebi anlatıyormuş bunları. Ne hoş değil mi? Kadı düşünüyor taşınıyor, eski fetvaları karıştırıyor. Sonunda bir fetva buluyor. Eski fetva vampirden değil ama hortlaktan bahsediyormuş. Ve 150 yıl öncesine aitmiş bu bulduğu fetva. Demek ki Müslümanlarda da kulaktan kulağa da gelse, böyle bir vampir folkloru bir biçimde var. Amcamın ben küçükken anlattığı, hem korkup yerime sinerek dinlediğim, hem de tuhaf bir haz aldığım hikayeleri aklıma geldi. Aslında bir ara yazmıştım Hayal Kahvem'e. Evvel zaman içinde.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesini hemen edinebilsem keşke. Cemal Kafadar’ın iki arkadaşı Arnavutluk’u Evliya Çelebi’nin kitabı ellerinde gezmişler. Çelebi kendisine garip gelen, kendisini şaşırtan adetleri tek tek anlatıyormuş. Çelebi’nin tespitleriye onun dolaştığı coğrafyalarda gezinmek müthiş olmalı. Evliya Çelebi 1611 de doğmuş. Yani seneye 400. doğum günü kutlanacak. 400 yıl önce yazılanlardan söz ediyoruz. İnanılacak gibi değil. Delikanlıyken İstanbul’u yana yakıla dolaşıyormuş ve nasıl cihan gezgini olurum diye hayaller kuruyormuş. Babasına haber vermeden Bursa’ya gidince, o zaman ki seyahat şartlarını düşününsene, kimbilir kaç günde gidip gelmiştir İstanbul’dan Bursa’ya? O vakitler 18-19 yaşlarındaymış. Dönüşte babasından sıkı bir tokat yiyiyor. Çok üzülüyor, kırılıyor ama sonra babasıyla sıkı bir pazarlığa girişiyor. Seyahatten vazgeçemeyeceğini anlatıyor. Babasını ikna etmiş olmalı ki ondan sonra seyahatlerine başlıyor. Ölümü hakkında kesin bir şey söylenmemekle birlikte 2. Viyana Kuşatması’nı yazdığı için 1683 den sonra öldüğü düşünülüyor. Cemal Kafadar Evliya Çelebi ile ilgili o kadar güzel ve ilginç şeyler anlatmış ki, inan içimdeki merak duygusu depreşti. Nasıl durur otururum ben şimdi? Hemen edinmeliyim Evliya Çelebi’nin Seyahatmanesi’ni… Ben Evliya Çelebi’nin akrabalarından biri olabilir miyim ki? Kendime o kadar yakın hissettim. Sanki benim büyük büyük büyük büyük babammış gibi. (01.03.2010)

Vildan Ceyhan

İmza Kampanyasına Adınızı Ekleyin

"Dampyr'i İstiyoruz" başlığını açarak kampanyaya ilham olan Altın Madalyon Forumu imza kampanyasına da ev sahipliği yapıyor.
İmzasıyla yayınevlerine mesaj iletmek isteyen herkesi bekliyoruz:

http://www.altinmadalyon.com/dampyr/index.php 

4 Ekim 2010 Pazartesi

Dampyr "Harlan Draka"yı Tanıyalım

Eski bir slav söylencesine göre “dampyr”, bir kadın ve bir vampirin çocuğuydu.
Yarı insan yarı yaratık bu varlık, “Gecenin Efendileri”’nin baş vampirlerini ve onların dünyamızı ve diğer gezegenleri istila eden ölümsüz halkı karanlığın diğer varlıklarını öldürebilen tek yaratıktı. Harlan Draka, bir dampyr’dir. Fakat başta o bunun farkına varmaz. Draka, son dünya savaşı sırasında doğduğunu bilmektedir. Ancak bilim adamlarının açıklayamadığı bir şekilde, vücudunun yaşlanması çok yavaştır. 
Harlan, 25’inden fazla göstermemektedir. Annesinin onu doğururken öldüğünü ve babasının bir düşman askeri olduğunu bilmektedir. Kurjak liderliğindeki paralı askerlerin vahşi yaratıkların ordularını yenmek için kendilerine katılmaya zorladıkları acımasız bir savaş sırasında, Harlan Draka, kendisinin olağanüstü güçlerle donatılmış bir dampyr olduğunu keşfeder. Kendisini huzursuz eden tuhaf kabuslara ve gizemli geçmişine karşın Harlan soğukkanlılığını korur. Bazen aykırı ve alaycı ama temelde bir idealist ve romantik olan Harlan, yaşamını dünyayı yöneten Şeytanı ve karanlığın yaratıklarını yok etmeye adamıştır. Mücadelesi sırasında, kendisine bir sevgi-nefret bağıyla bağlandığı babası Draka’yla sık sık karşı karşıya gelir.


Lami Tiryaki

İmza Kampanyasına Adınızı Ekleyin

"Dampyr'i İstiyoruz" başlığını açarak kampanyaya ilham olan Altın Madalyon Forumu imza kampanyasına da ev sahipliği yapıyor. 
"Bugün DAMPYR basılsa satın alırım" anlamına gelecek imzasıyla yayınevlerine mesaj iletmek isteyen herkesi bekliyoruz: 

28 Eylül 2010 Salı

Dampyr ve Jazz-Blues'un Efendileri

Bugün hala sular altında bulunan ve dünyanın en büyük gücü Amerika’nın yeniden inşa etmeyerek muazzam bir kültürün yok olmasına izin verdiği New Orleans Dampyr’e ev sahipliği yapıyor.
Fransızlar “yeni”sini kurdukları Orleans’ın yepyeni ve muhteşem bir müzik türünün doğacağı topraklar olacağını akıllarına getiriler miydi acaba?
Blues ve jazz’ın anavatanında geçen bir Dampyr hikayesine hazır mısınız? Peki müzik dinleyerek öyküyü daha iyi anlamak ister misiniz? İşte sayfa sayfa jazz ve blues ruhu.


Sayılar
Dampyr’in 4. cildinde yer alan 15. sayısında başlayan New Orleans hikayesi 16. sayıda sürüyor.
15. sayının adı “Nato Nella Palude” (Bataklıkta Doğanlar), 16. sayının adı “Delta Blues” ve her iki maceranın yazarı Boselli, çizeri Dotti.

4. Cildin kapağında ancak detayları görünen kapakların kendilerine baktığımızda aslında öykünün blues ve jazz ateşiyle, zenci mistisizmiyle, müzikle ne kadar dolu olduğu görülüyor.


Öyküsü ve Blues ve Şarkılar
Bu öyküyü okurken adım adım ilerlemek gerekiyor şimdi. Lütfen Dampyr 4. cildin 195. sayfasını açın ama okumaya başlamayın. Adım adım ilerliyoruz unutmayın.
Sayfa 195’de uçsuz bucaksız mısır tarlası manzarasının ortasındaki kavşak ve o kavşakta şarkı söyleyen bir gençle karşılaşıyor okur. Söylenen şarkı Robert Johnson’un “Crossroads Blues”u (Kavşakların Şarkısı/Blues'u).
Şimdi aşağıdaki adrese tıklayın ve Robert Johnson’un fotoğrafları eşliğinde orjinal şarkıyı dinleyerek sayfaları çevirmeye başlayın, dinlediğiniz şarkının Türkçe sözlerini sayfalardan takip edin:


http://www.vidopa.com/video/Yd60nI4sa9A__RobertJohnsonCrossroad.html


Ya da yeni bir yorumla izleyin:



Crossroads - Robert Johnson - Click here for more home videos


Bundan sonra… Öyküyü kısaca özetleyerek müziğe odaklanmakta fayda var:


Yine vampir avında olan Dampyr ve Kurjak New Orleans’ın bataklıklarına gelerek Legba adlı gecenin efendisini avlarlar. Bu süreçte ustaları taklit eden ve onlar kadar meşhur olmak isteyen genç zencinin hikayesi, beyaz ve zenci jazz - blues’ları arasındaki farkların ortaya konulması, Robert Johnson’un hayat hikayesinin ana hatları ele alınmış. Özet bitti, devam edelim.
Rainy Day ile Wonder Boy Charlie sohbetlerini sürdürürken 198. sayfada iki büyük ustanın isimleri geçer: Willie Brown ve Charley Patton
Bu arada 15. sayıda bir grup çıkıyor karşımıza: Swamp Lizards
Tamamen kurgusal olan grup aslında jazz ve blues’dan nemalanan beyaz grupların izdüşümü. Öyküde bir uçak kazası (rock gruplarının klişesi) geçiren grup bataklığa düşmüş, ölmek üzereyken Legba’yla anlaşarak vampire dönüştürülmüşlerdir. Sahne, müzik ve blues ruhu kanlarına o derece işlemiştir ki bataklıkta konser verir sonsuza dek vampir olarak yaşamak yerine sanatçı olarak sahnede ölmeyi tercih ederler.
Grubun yaptığı müzik Creedence, Allman Brothers ve Lynyrd Skynyrd’ınkilere benzetiliyor (sayfa 201 kare 3). Merak edenler Creedence Clearwater'den bu şarkıyı izleyerek dinleyebilirler:


http://www.metacafe.com/watch/1783931/creedence_clearwater_revival_lookin_out_my_backdoor/  
Aynı sohbetin devamında (sayfa 203, ek olarak sayfa 224) Robert Johnson’dan uyarlandığı söylenen “Hellhound on My Trail”den (Peşimdeki Cehennem Köpeği) bahsediliyor. Sayfaları ayarlayın, Türkçe mealini okuyun ve aşağıdaki linki tıklayarak şarkıyı ayarlayın:


http://www.last.fm/music/Robert+Johnson/_/Hellhound+on+My+Trail?autostart


Hikaye ilerlerken geri dönen grup üyelerinin ölümden kurtulmuş vokalistlerini ziyaret ettiklerine tanık oluyoruz. Kurgusal grubun kurgusal vokalisti Lana Loring sayfa 217-218’de şarkı seslendiriyor.
Robert Johnson’un “Love in vain”inden (Beyhude Aşk) bahsediyoruz. Sayfalar hazırlanıyor, aşağıdaki link tıklanıyor ve Türkçe sözler okunuyor:


http://www.emusic.com/album/The-Road-To-Robert-Johnson-And-Beyond-CD-B-The-Road-To-Robert-Johnson-And-Beyond-CD-B-MP3-Download/11054825.html


Sonrası… Sonrası “Bataklıkta Doğanlar” öyküsünün muhteşem finaline kadar uzanan harika kurgu.
Sırada sayı 16 “Delta Blues” var. Jazz ve blues yolculuğu sürüyor.
Bu sayıyı anlamanın tek yolu Robert Johnson’un hayatına bir göz atmak. Hatta bir önceki öykü de daha iyi anlaşılacak gibi:
Robert Johnson 8 Mayıs 1911 de Mississippi'nin kırsal bölgelerinden birinde-hazelhurst-da doğmuştur. Çocukluğu donemin birçok zencisinin olduğu gibi göçmen kamplarında ve çiftliklerde çalışarak geçmiştir. Çocukluğunda geçirdiği bir göz rahatsızlığı nedeniyle bir gözü neredeyse kördür. 16 yaşındaki karısı doğum sırasında ölünce kendini tümüyle müziğe vermiştir. Zamanının bir çoğunu köşeye çekilip kendi kendine gitarını tınlatarak geçirmiştir. Yine bir gece yarısı öylesine fidanlığa gittiğinde burada şeytanla karşılaştığı ve ruhunu ona sattığı söylenir. Şeytanınsa karşılığında gitarının akordunu değiştirip geri verdi. 1990'da yapılan bir araştırmaya göre ise Robert Johnson’ın gitarı gerçektende farklı bir şekilde akortluydu ve bunu asla kimseye öğretmiyor ve kimsenin yanında akort yapmıyordu.Ya da söyle diyelim onu kendi başına gitar akordu yaparken gören olmamıştı. 16 Ağustos 1938 de ise çalıştığı barın sahibi tarafından-karısıyla yattığı için-zehirlenerek öldürüldü. (vikipedi)
Bu sayıda Legba’nın peşine takılan Dampyr ve Kurjak Robert Johnson’un hayatına dair detayları öğrenirler. Sayfa 291-296 arasında ilk öğrendikleri şey de biyografinin sonundaki ölümün gerçekleşmesi oluyor. Sayfaları çevirerek ağır ağır bir devrin batışına tanık olun lütfen.
Hatta 302 ve 303. sayfalarda söylenen şarkıyı okurken ve dinlerken şeytanla Johnson’un ilişkisine bir kez daha şahit olun. Şarkı “Me and the Devil” (Ben ve Şeytan)


http://www.last.fm/music/Robert+Johnson/_/Me+and+the+Devil+Blues?autostart


Bir de yeni yorum:



Me And The Devil - The top video clips of the week are here


Özellikle biyografide değinilen “ruhunu şeytana satması” olgusu üzerine odaklana bu sayıda bazı ustaların isimleri geçiyor ve ruhlarına adeta dua ediliyor: Louis Jordan, Chuk Berry, “Blind Lemon” Jefferson, Lonnie Johnson, Louis Armstrong…
Sonra “Love in vain” eşliğinde acı bir olaya tanık oluyoruz. Sayfa hazır, link hazır:


http://www.emusic.com/album/The-Road-To-Robert-Johnson-And-Beyond-CD-B-The-Road-To-Robert-Johnson-And-Beyond-CD-B-MP3-Download/11054825.html


Ve sayfa 383 kare 4... Yandaki 33'lük kapağı tanıdık geliyor mu?


Bu öykünün özetini yaparsak… Legba ölür kahramanlar kazanır ve gerçek ölümsüz vampirler veya gecenin efendileri değil sanatçılar olur. Öykü başarılıdır, kıpkısa özetle Boselli’nin becerisini atlıyor değilim. Ancak öykünün üzerine temellendiği yapıdan kopmamaya çalışıyorum.
Dahası katmanlar arasında iki ayrı sanatta ortak yöne rastlıyoruz bu sayıda hemen onu vurgulamak istiyorum: Sanatlar gerçek hayattan beslenir. Örneğin: DampyrGerçeğeAynaTutuyorMakale
Robert Johnson’un hayatını etkileyen olayların bestelerine yansıyışı ve ona isnat edilen olağanüstü olayların Dampyr’de öyküleşmesi işte bu ortak noktanın açılımıdır. Gerçek hayat sanata yön verir. Veriyor. Yine Dampyr'in çıkış öyküsü çirkin bir iç savaştır ve gerçek hayat sayfalarda kurgusal bir alemde hayat bulur: Dampyr'inDoğduğuİçSavaş
Belki de bu sayının büyüsünü, vodoosunu daha iyi anlayabilmek için 384. sayfaya bakmak gerekir. 384. sayfanın 2. karesinde görülen kitap eski bir jazz-blues ustası Rudi Blesh’e ait. Kitabın adı “Shining Trumpets; A History of Jazz”. İlk baskısı 1946 yılında yapılmış olan kitap jazz’ın bir dönemine tanıklık ediyor. Kitaptan okunan pasaj Robert Johnson’u da sanatı da Çizgi Romanı da pek bir güzel anlatıyor:
“Sesinde türlü imgeler gizlidir. Rüzgarı gitarının telleri arasından eserken gizemli ve ürkütücü sesler işitilir. Adımlarını tüyler ürpertici yankılar takip eder. Bunlar gecenin karanlık gölgeleri arasında, korkusuzca yürüyen bir adamın ayak sesleridir…”
“Notaları geceleri yıldızların bile ışığını esirgediği, yağmur sularının daha soğuk olduğu, rüzgarın daha sert estiği çorak toprakların hüznünü resmeder… Ve o topraklarda, yalnız bir adam omzuna astığı yegane dostuyla yoluna devam etmektedir.”

***
Hayat seçim yapmaksa ve her seçim anı hangi yola sapacağımıza karar vermeye çalıştığımız bir kavşakta durmaksa “kavşak”larla ilgili bu şarkıyı bir daha dinleyelim ve kitabımızı kapatalım. Ya da kapatmaya karar veremediyseniz kavşakta durun ve tekrar okumak isteyip istemediğinizi bir düşünün.


Robert Johnson, “Crossroads Blues”:


http://www.vidopa.com/video/Yd60nI4sa9A__RobertJohnsonCrossroad.html


Kaynakça
Dampyr/Maceraperest Çizgiler, cilt 4
Vikipedi
Allaboutjazz.com
Emusic.com
Wikipedia
Nonsolomanga.it
Müzik siteleri v.s.


Bu yazıyı, Takev, Alman Koleji, Müzik Bölüm başkanı çizgi roman okuru sayın Sinem Karhan’a ve Ayhan Keçecioğlu'na ithaf ediyorum.


Ümit Kireççi
Çizgi Roman Hayatın İçinde
Kaynak - ÇROP



İmza Kampanyasına Adınızı Ekleyin

"Dampyr'i İstiyoruz" başlığını açarak kampanyaya ilham olan Altın Madalyon Forumu imza kampanyasına da ev sahipliği yapıyor.
"Bugün DAMPYR basılsa satın alırım" anlamına gelecek imzasıyla yayınevlerine mesaj iletmek isteyen herkesi bekliyoruz:

http://www.altinmadalyon.com/dampyr/index.php 

23 Eylül 2010 Perşembe

Dampyr Çok İstenmiş Çok


Bu kampanya başlamadan çok önce başlamış "Dampyr'i İstiyoruz" belki de
"Meraklılarının Zagor ve Tex maceralarından da tanıdığı Mauro Boselli'nin
hayal gücü; Nicola Genzianella çizgileri ve Enea Riboldi'nin kapak görseliyle hayat bulmuş gibi... 

 Maceraperest'in yayım hayatına son verdiği bir seri ve umarım bir duyan olur sesimizi... 
Dampyr isteriz, Dampyr isteriz...

Parantez'in bıraktığı yerden Rodeo Ken Parker'a devam
etmişti, aynı işi Dylan Dog'la Hoz, Rodeo'dan alarak kaldığı yerden sür-
dürdü seriyi.... Dampyr'in neyi eksik... Yayımı İtalya'da devam eden ve
sevilerek okunan bir çizginin kesintiye uğraması üzücü..... Vesile olsun
yazılıp, çizilenler umarım ve Dampyr gene bizim olsun..."

20 Eylül 2010 Pazartesi

Dampyr'i Basmak İsteyen Var!

Oğlak Yayınlarının iki senedir imzaladığı sözleşmeye aykırı davranarak basmadığı Dampyr'i basmak isteyen yayınevleri ortaya çıktı. Kavim Yayınları editörü Nihat Polat'la yaptığımız yazışmayı aşağıya; izniyle, aktarıyorum:
"Merhabalar... belki biliyorsunuzdur ben bir süredir Kavim Yayıncılık adına editörlük ve genel yayın yönetmenliği de yapıyorum. Dampyr'in basılması için ne gereklidir? nasıl yardımcı olabilirim. Konuyu yayın kuruluna götürmek isterim. bana daha detaylı bilgi verebilirseniz sevinirim... Dampyr'i basmak isterim.
mail adreslerim
nihat@kavimkitap.com kavim@kavimkitap.com nhtpolat@gmail.com"
"Bildiğimiz kadarıyla Dampyr'in telifi halen Oğlak yayınlarının elinde. Bu arada hemen sormak isterim: Bana gönderdiğiniz mailin "isim ve kurum ve iletişim bilgilerini" silerek (ya da bırakarak) bloga aktarabilir miyim?"

"Her türlü kullanabilirsiniz... biz yayın evi olarak geniş bir yelpazede yayın yapmak istiyoruz. çok yakında yeni bir çizgi roman projemiz yayına girecek... Oğlak yetkilileri ile biz de görüşmeye çalışalım."

Sevgili Oğlak Yayınları,
Dampyr'i bascekseniz basıverin gari, basmeycekseniz basıvecekler va!
Ümit Kireççi

İmza Kampanyamıza Katılın:

17 Eylül 2010 Cuma

Ege Görgün'den Dampyr ve Oğlak Yay. Yorumu

Kaliteli şeylerden mahrum kalmak çizgiroman severlerin kaderi Türkiye'de. Nathan Never'a yanarken şimdi de Dampyr

Oğlak Yayınevi'ne, çizgi roman yayıncılığını çizgiromanseverleri söğüşleme faaliyeti olarak görmediğini - böyle gördüğünü düşünenlerin sayısı hiç de az değil - gösterme fırsatı işte.

Dampyr son yıllarda üretilmiş en kaliteli fumetti. Televizyonda, sinemada gazladıkları, dünyadaki tek derdin gençlerin aşna fişnesinden ibaret olduğu izlemini veren o vampir hikayelerinden deği
l.